Kitap ve Okumak: İki Asil İhtiyaç

366

Kitap-ve-OkumakKitap ve bilgi bizim en temel ihtiyaçlarımızdandır. Yaşamak için ekmeğe ve suya ne kadar muhtaç isek kitaba ve bilgiye de o kadar muhtacız. Her nefeste ciğerlerimize doldurduğumuz oksijen, tüm hücrelerimize ulaşıp bedenimize nasıl canlılık veriyorsa, okumak ve bilgi edinmek de ruhumuza canlılık verir. Bilgiden ve öğrenmekten yoksun olan bireyler, kökünden koparılmış bir filiz gibi solup giderler.

Dünyaya gözlerini açan her çocuk, öğrenmenin büyük bir ihtiyaç olduğunu hemen hisseder. Önce çevresini tanımakla ve öğrenmekle işe başlar. Haftalarca meraklı gözlerle süzer etrafındakileri. Büyüklerinin kendisine öğretmek için tekrar tekrar söyledikleri kelimeleri bıkmadan usanmadan dinler. Haftalar ve aylar böylece geçip gider. Sonra da öğrendiğini büyüklerine ispat etmek istercesine minik hafızasına alabildiği birkaç kelimeyi telaffuz eder. İlk denemeler genellikle başarısızdır. Kısacık kelimelerde bile hatalar yapar. Sonra öğrenmeyi öğrenir büyüklerinden. Her geçen gün daha hızlı ve doğru öğrenmeye başlar çevresinde olup bitenleri.

 

Beşikten Mezara Kadar Öğrenmek…

Beşikte başlayan öğrenme ve bilgi edinme süreci hayatın her safhasında devam edip gider. Okulların biri biter biri başlar ama hayat mektebinin eğitimi, hayata gözlerimizi yumduğumuz ana kadar hiç durmaz. Böyle olması da zorunludur zaten. Yüce Yaratanı ancak bu şekilde bulup tanıyabilir ve yaratılış gayemizi ancak bu şekilde kavrayabiliriz. (Zârîyat suresi, ayet 56) Çünkü kendi nefsini tanıyanlar ancak Rabbini tanıyabilirler. Ömür boyu devam eden öğrenme ve bilgi edinme faaliyetinin karnesi de ahirette ‘amel defteri’ olarak verilir.

Birinci Öncelik Her Zaman Eğitim ve Öğretime…

Eğitim ve öğretimi hem fertler hem de toplumlar için zorunlu gören dinimiz, Müslümanları bu konuda sürekli teşvik etmiştir. Kur’an’ın “oku/duyur” emriyle vahyedilmeye başlaması, İslam’ın konuya verdiği önemi göstermektedir. Sevgili Peygamberimiz’e (s.a.s.) ilk vahyedilen bu ayetlerde şunlar dile getirilmektedir: “Yaratan Rabbinin adıyla oku/duyur! O, insanı bir alak’tan yarattı. Oku/duyur! İnsana bilmediklerini belleten, kalemle yazmayı öğreten Rabbin, en büyük kerem sahibidir.” (Alak suresi, ayet 1–5)

Miladî 7. asır başlarken tüm dünyada olduğu gibi Mekke’de de büyük bir insanlık dramı yaşanmaktaydı. İçinde Kâbe’nin bulunduğu ve daha önce peygamberlere ev sahipliği yapmış olan bu kutsal şehirde o sıralar cahiliye dönemi hüküm sürüyordu.

Yüce Allah, insanlığın yaşadığı bu cahiliye asrını saadet asrına dönüştürmek için Hz. Muhammed’i (s.a.s.) peygamber olarak görevlendirdi. Bunun üzerine Allah’ın Elçisi, Mekke’den başlayarak tüm insanlığı nura davet etti. Ancak, ışığa düşman yarasalara benzeyen müşrikler, insanlık aydınlanmasın diye bu davete var güçleriyle direndiler. Direniş ve engellemeler devam etse de Hz. Peygamber, son nebevî çağrının dalga dalga dünyanın her köşesine ulaşması için inanılmaz bir gayret sarf etti.

Hak ve adaletin olmadığı, güçlülerin zayıfları ezip sömürdüğü, kadın onurunun ve haklarının bulunmadığı, insanî değerlerin pek görülmediği bir dönemde ve bölgede son nebevî görevi icra eden Hz. Peygamber (s.a.s.), cahiliye asrını saadet asrına dönüştürmek için insanüstü bir gayretle çalıştı. Onun rehberliğindeki değişim ve gelişim sürecinin başarıya ulaşmasında en büyük amil; bilgiye, eğitime ve öğretime büyük önem verilmesi olmuştur. Her asırda insanlığa örnek olan sahabe nesli, bu olağanüstü gayretin meyveleri olarak yetişmiştir.

Okuyup yazabilenlerin parmakla sayılabilecek kadar az olduğu bir dönemde gelen ilk ayetler; okumaktan, yazmaktan, öğrenmekten ve kalemden söz etmekteydi. Bunların ardından gelen “Hokkaya, kaleme ve (kalem tutanların) yazdıklarına yemin olsun” (Kalem suresi, ayet 1) mealindeki ayet-i kerime de bilgi edinmenin araçları olan kaleme ve yazıya işaret ederek dikkatlerimizi yine bu konuya çekmekteydi.

 

Bilenlerle Bilmeyenler Bir midir?

“De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Doğrusu ancak akıl sahipleri bunları hakkıyla düşünürler” (Zümer suresi, ayet 9) mealindeki ayette bilenlerle bilmeyenler birbirinden ayırmış, aralarındaki farklar da başka bir ayette şu benzetmelerle anlatılmıştır: “Kör ile gören, karanlık ile aydınlık, gölge ile sıcak bir olmaz. Diriler ile ölüler de bir olmaz.” (Fâtır suresi, ayet 19–22)

“Kulları içinden ancak âlimler, Allah’tan gereğince haşyet duyarlar” (Fâtır suresi, ayet 28) mealindeki ayette ise haşyetullah’ı hissetmenin de ancak ilimle mümkün olduğu ifade edilmektedir.

“İlim ve hikmet müminin yitiğidir; onu nerede bulursa oradan alır” (Sunenu’t-Tirmizî, İlm 19) buyuran Sevgili Peygamberimiz ilmin önemini de şöyle anlatmaktadır: “İlim Çin’de bile olsa onu oradan alınız. Çünkü ilim öğrenmek, kadın erkek her Müslüman için farzdır.” (Keşfu’l-Hafâ, I. 138; Feyzu’l-Kadir, I. 542) “İlim öğrenmek için yolculuğa çıkan kimse dönünceye kadar Allah yolundadır.” (Sunenu’t-Tirmizi, İlm 2; Sunen-i İbn Mâce, Mukaddime 17), “Kim ilim öğrenirse yaptığı bu iş onun geçmiş günahlarına kefaret olur.” (Sunenu’t-Tirmizî, İlm 2)

Derin ve yararlı bilgi anlamına gelen hikmet’in insanlara verilmesi şu ayetlerde Allah’ın bir ihsanı olarak belirtilmektedir: “Allah sana Kitab’ı ve hikmeti indirmiş ve sana bilmediğini öğretmiştir. Allah’ın sana ihsanı gerçekten büyük olmuştur.” (Nisâ suresi, ayet 113) “Allah hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilirse, ona pek çok hayır verilmiş demektir. Ancak akıl sahipleri düşünüp ibret alırlar.” (Bakara suresi, ayet 269)

Allah Resulü öğrenmenin ve bilgili olmanın önemini şöyle vurgulamaktadır: “Her kim ilim tahsil etmek için yola çıkarsa, Allah ona cennet yolunu kolaylaştırır. Melekler ilim tahsilinde bulunanlara kanatlarını gererler. (…) Bir âlimin körü körüne ibadet eden âbide üstünlüğü, dolunay halindeki ay’ın diğer yıldızlara üstünlüğü gibidir. Âlimler peygamberlerin mirasçılarıdır. Peygamberler miras olarak ne altın ne de gümüş bırakmışlardır. Onların bıraktıkları miras ilimdir. Kim bu mirası elde ederse bol bir nasip almış olur.” (Sunen-i Ebu Dâvûd, İlm I; Sunenu’t-Tirmizî, İlm 19; Sunen-i İbn Mâce, Mukaddime 17)

Bir ayette “Rabbim ilmimi arttır.” (Tâ-Hâ suresi, ayet 114) diye dua etmemiz istenirken şu ayetlerde de bilgisizlikten sakınmamız istenmektedir: “Sakın cahillerden olma.” (Enâm suresi, ayet 35), “Cahillerden yüz çevir.” (A’râf suresi, ayet 199)

 

Bütün Fedakârlıklar Eğitim ve Öğretim İçin

“Ben bir muallim olarak gönderildim ” (Sunen-i İbn Mâce, Mukaddime 17) diyen Peygamber Efendimiz okumaya, öğrenmeye, eğitim ve öğretime, hayatının her döneminde büyük önem vermişlerdir. Medine’ye hicret eder etmez, ilk iş olarak Mescid-i Nebevî’yi inşa ettirmiş ve onun bir bölümünü eğitim ve öğretim için ayırmıştır. Suffe denilen bu bölümde eğitim gören sahabiler ile bizzat kendisi ilgilenmiş hatta onların geçimlerini bile üstlenmiştir. İslam tarihinde sistemli eğitim veren okulların ilki kabul edilen suffe’de, okuma-yazma ve diğer ilimleri öğretmek için bazı sahabîler de görev yapmıştır. Allah Resulü’nün rahle-i tedrisinden geçen sahabiler, her zaman çok önemli görevler üstlenmişlerdir. İslam medeniyeti, hem bu sahabîlerin hem de onların öğrencilerinin omuzlarında yükselmiştir.

İslam’ın ilk günlerinden itibaren okuma-yazma bilenlere büyük önem verilmiştir. Onlar, Hz. Peygamber’e vahyedilen ayetleri yazmakla görevlendirilmiş ve böylece vahiy kâtibi unvanına nail olmuşlardır.

Müslümanlara okuma-yazmanın öğretilmesi için hiç bir fırsat kaçırılmamıştır. Bedir savaşından sonra yapılan şu uygulama güzel bir örnektir: Savaşta esir alınan müşriklerin esaretten kurtulmaları için belli bir fidye ödemeleri kararlaştırılmış, ancak onlardan okuma-yazma bilenleri Medineli 10 Müslümana okuma-yazma öğretmeleri karşılığında salıverilmiştir.

 

Hangi İlim?

Dinimiz insanlık için gerekli tüm ilim dallarına önem vermiş, insana kendisini tanıtan, onu Allah’a yaklaştıran ve maddî-manevî yararlar sağlayan her bilgiyi makbul saymıştır. Bu bilgilerden kendisine gerektiği kadarını öğrenmek, kadın olsun erkek olsun her Müslümana farz kılınmıştır. Tüm ilim dallarında kendimizi yetiştirir ve geliştirirlerse, tarihte olduğu gibi, bugün de gelişmiş dünya milletleri arasında yerimizi alabiliriz. Dinimiz, yararlı her bilgiyle ilgilenmemizi isterken hiç kimseye faydası olmayan gereksiz bilgi kırıntılarıyla uğraşılmasını da hoş karşılamamıştır. Peygamber Efendimiz, bu yanlışlığa düşmekten Allah’a sığınıp dua etmemizi tavsiye etmiştir.

Peygamber Efendimize (s.a.s.) ilk vahyedilen ayetlerde bahsedilen okuma, sıradan bir okuma değil aksine, Yüce Allah’ın adıyla başlayıp O’nun rızasına uygun olarak devam eden ve bizi O’na yaklaştıran bir okumadır.

Bu gerçeği çok güzel özetleyen gönüller tercümanı Yunus Emre’nin şu hatırlatmasına gönülden katılıyoruz.

İlim, ilim bilmekdir

İlim, kendin bilmektir.

Sen kendini bilmezsen

Bu nice okumaktır?!

 

Dr. Fevzi HAMURCU

T.C. Strazburg Başkonsolosluğu

Din Hizmetleri Ataşesi

DİTİB Başkanı